Eren Ali Gül: Merhaba Derya, bugünki hikâyen nasıl başladı?
Derya Çağlayan: Müziğe ilgim çocukluk dönemlerimde başladı, babamın gençlik yıllarında çıkarmış olduğu bir albümü var. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yasaklı albümler arasına alınıyor. Benim dünyaya gelmemle birlikte, ailem tüm ilgisini bana veriyor. Müziğe ilgi ve alâkam babamın müzisyenlik geçmişi ve albüm tecrübesiyle daha da güçlendi.
Eren Ali Gül: Babanın geçmişte yasaklanan bir albümü seni ne yönde etkiledi? Ailenin tutumu hangi yöne baskın geldi? Baban âşık geleneğinden biri miydi? Müziğe hevesli bir müzisyen miydi?
Derya Çağlayan: Babam (Hüseyin Çağlayan), âşık geleneğinden geliyor. Muhlis Akarsu, Mahzuni Şerif gibi bilinen ozanlarla birlikte sahne almış. Ailem, 12 Eylül darbesinden önce İstanbul’da yaşıyor. Albümünü İstanbul’da yayımlıyor. İkinci albümünü Kürtçe yapmak istiyor. O dönem Kürtçe yasağı olduğundan, albüm yasaklanıyor. Hayat ikâmesini başka şeylerle tamamlamaya devam ediyor. Bendeki müzik âşkını görünce, benim özgürlük alanımı yaratmaya başladılar.
Sazla ilişkim ilkokul yıllarıma dayanıyor. Öyle bir korkuya sahiptim ki, eğer okulu okursam bir daha müzik yapamayacağımı zannediyordum. Bu korku bana okulu bıraktırdı. Ailem beni çok zorlamak istemedi. Müziğe yoğunlaşmak istedim, onlar bu konuda beni kırmadan desteklediler. Yanımda oldular diyebilirim. Okumam için baskı yapmadılar.
Eren Ali Gül: Baban Hüseyin Çağlayan’ın izini sürebileceğimiz bir arşiv ya da belge var mı?
Derya Çağlayan: Albümü çıkaran şirkete gittik, arşivlerinde bir şeyler vardır umuduyla. Ancak hiçbir bilgiye ulaşamadım. Darbe nedeniyle evde bulundurulan albüm, gazete ve döneme ait arşiv niteliği taşıyan her şey yakılmış.
Eren Ali Gül: Çocuk yaşlarda âşıklardan ve ozanlardan şevk duyarak beslendiğini anlıyoruz, etkileşimde olduğun birileri var mıydı? Sana model olabilecek genç insanlar, müzisyenler var mıydı?
Derya Çağlayan: Etrafımda hocalarım, evimize yakın insanlar vardı. Yerel televizyonlara çağrılırdım, çevremde müzikle ilgilenen çok insan vardı. Bu konuda oldukça şanslıydım, seviliyordum. Kahramanmaraş’ta Sabancı Kültür Merkezi‘nde Türk Halk Müziği bölümünde ders almaya başladım. Henüz çok küçüktüm ve beni kabul etmişlerdi. Beraber ders aldığım insanlar hayli büyük ve yetişkinlerdi. Ayda bir kez konserlerimiz olmaya başladı, 3 yıl kadar Sabancı Kültür Merkezi’nde ders almaya devam ettim. Tarihi tam hatırlamamakla birlikte amatör bir albüm kaydı yaptık. Bu vesileyle 1996 yılında İstanbul’a taşınma kararı aldık. İstanbul’da Erdal Erzincan ile tanıştık. Kendisinden kurs almaya başladım. 2005 yılında 3 kız projesi içerisinde yer aldım. Albümde Çiğdem Elmas ve Sevgi Demir ile birlikte çalıştık.
Eren Ali Gül: Kül Albümü’nü tasvir etmeye başlarken nasıl bir süreçten geçtin?
Derya Çağlayan: Solo albüme başlamak için aksilikler bitmiyordu, bu süreçte bazı projelerde yer aldım. Alevilere Kalan, Muhabbet Eyledik albümlerinde çalıştım. Erdal Erzincan‘ın yönetmenliğini yaptığı Gönlümün Mihmanı albümünde çalıştım. 2015 yılından başlayarak Kül albümümü hazırlamaya başladık. Kendime repertuvar hazırladım, burada çalışacağım eserleri Barış Güney‘e götürdüm. Hızlı bir şekilde çalışmalara başladık. Albümün adının Kül olması Barış’a ait bir fikirdi. Kül olmasını istedi ve kararlaştırdık. Yaşadığım aksiliklerden, umudumu kaybetmek üzereydim. Küllerimden doğmuş gibi oldum.
Eren Ali Gül: Red Müzik nasıl bir oluşum? Yeni nesil bir yapım şirketi gibi duruyor.
Red Müzik’ten çıkan ilk albüm bana ait. Red Müzik (RedMusic) albüm süresince çok güzel bir destek sundu. Kişisel bir destek değildi, çalıştığı sanatçılara kıymet vererek destek oluyor. Barış’a ait bir albüm çıkacak, çalıştıkları başka projeler de var.
Eren Ali Gül: Albümde klasik bir batı müziği sezgisi var, ancak vokalleri geleneksel bir biçimde okumuşsun. Duygu durumu sakin bir albüm diyebiliriz. Kül albümünde kuşakları arası bir enformasyon ya da kültürel buluşma mı sağlamak istemiştin?
Derya Çağlayan: Öncelikle, kültürler ya da yaşlar arası bir hedefleme yapmadan çalıştık. Böyle bir derdimiz olmadı. Eserleri sevgiyle, âşkla seçtim. Albümdeki düzenlemeleri Barış’a yaptırdım, hiçbir beklenti ve istekte bulunmadım. Aynı özeni Barış’ta gösterdi. Albümde farklı sesler duymak istedim, o dönemde Tolga Sağ’ın tek sazla yaptığı bir albüm vardı. O dikkatimi çekmişti. Sade, otantik bir albüm olabilir mi diye düşündüm. Bu yola çıkarken hiçbir plandan, süzgeçten geçmedik. Perişan Güzel, Âşık Maksudi, Mahzuni Şerif’e ait eserler seçtik. Kaynağını bozmadan, usûle uygunluk gösterecek bir eser çıkarmak istedim. Bu açıdan baktığımda, albümün bugünki durumu itibariyle kaynağı ya da mevcut hâlini bozduğumuz bir şeyin olmadığını hissediyorum. Bazı entrümantal desenler kullandık, deyişlerin aslını bozmadığımız için bu konuda memnunum.
Eren Ali Gül: Kendi eserlerini oluşturup, kendine ait bir referans noktası oluşturacak mısın? Geçmişe bir dönüş var, güncelin ifadesi kendini ikna etmiyor. Bilgi, donanım ve birikim mânâsında güncel eserler sönük ve geçici ifadeler sunuyor. Darbeler, krizler, sönmüş kuşaklar, Türkiye karanlığın içinde gerilemeye devam ediyor. Ne düşünüyorsun?
Derya Çağlayan: Dönem içinde her şey hızlı tüketiliyor. Evde dedeleri, eski kayıtları dinliyoruz eşimle. Yeni çalışmaları uzun uzadıya dinleyemiyorum. Geçmiş daha dolu geliyor bana, besleneceğim kaynak geçmişte. Elimden geldiğince geçmişten bir şeyler aktarma ve sunmak istiyorum. Günümüzün de âşıkları var, onlara da elimizden geldiğince takip ediyorum. Güzel şeyler olduğu sürece onları da ekleyebilirim listeme.
Eren Ali Gül: Sahne sürecin başladı mı? “Nasıl gidiyor” diye sorarız, sahne talebi var mı? Şurada konser vermek isterdim dediğin bir yer var mı? Şurada olmalıyım dediğin, iştahını kabartan bir konser havası? Merak ettiğim bir başka konu, ‘kırmızı çizgi’lerin var mı?
Derya Çağlayan: Konserlere çıkmayı çok özledim. Uzun süredir bildiğin gibi konserler yok. Bir konser havasında olmak benim için şu anda o hissi almak için başlı başına bir yeterlilik diyebilirim. İnsanlarla göz göze olmayı istiyorum yeniden. Neresi olduğu önemli değil, beni mutlu edecek tek şey eserlerimi çalıp söylemek. Ve insanlarla birlikte olmak… İçimde bir şeylerin birikmesini istemiyorum. İnsanlara aktarmak, paylaşmak istiyorum. İnsanlara duygularımı aktarmak tek mutluluğum olurdu. Küçük dinletiler, konserler olmasını temenni ediyorum. Bu konuda olumsuz baktığım bir şey yok. Kendimizi barışık hissedebileceğimiz her yerde bulunmak benim için yeterince geçerli. Ancak üzülerek belirtmek istiyorum, sormak istediğin konulardan biri de buydu anladığım kadarıyla. Barlarda müzik yapmak istemiyorum. Kırmızı çizgim bu olabilir.
Eren Ali Gül: Alevi müziğinin disiplinlerinde bir zayıflama görülüyor. İnanç, inanış biçimleri değişiyor. Ne düşünüyorsun?
Derya Çağlayan: İnancımız toprağa dayalı ve ilişkileri bu koşullara göre uyarlanmış. Müziğimiz, inanışımız, inancımız, yaşam biçimimiz köylere uyarlı hâlde. Köy alışkanlıkları, köy yaşantısı gerektiriyor. Birbirimizi kontrol edip, devinimde kalabilmemiz artık mümkün değil. Birimiz şehirde, birimiz başka bir ülkedeysek bir başkamız köy yerinde yaşıyor. Bu denetim ve iç döngü bir biçimde kopuyor ya da aksıyor. Başkalaşma burada başlıyor. Yaptığımız türküler, deyişler de bu minvalde süregeliyor. İnanışın yenilenmesi gerekli. Müzikte kendini yeniliyor, buna mecburuz. Bazı açılardan müziğin güncellenmesi kötü oldu. Taklitler ortaya çıktı. Birbirini taklit eden, tekrar eden ve benzeyen şeyler duyuyoruz. Bundan sıkılıyoruz, yeni şeyler dinlemeye korkuyoruz. Ya da isteksiz davranıyoruz. Şehir hayatı üretimi zorlu hâle getiriyor. Yaşama gailesi, bir şeyler üretmenin önüne set örüyor. Yoruluyoruz. İnsan yaşadığı hikâyeleri üretebilir. Yaşadığımız şeyler hoşumuza gitmiyor. Yoğunlaştığımız zorluklardan nefes almak bile zor. Osmanlı’dan, Cumhuriyet’e, bu günlere dek dışlanmışız. Bu dışlanmanın getirisi şikâyet içerikli türküler olagelmiş. Bir sevda türküsü dinlemek istiyoruz, şikâyet duyuyoruz. Çünki buna zorlanmışız. Başka bir seçeneğimiz olmamış.
Fikirlerimi dinlediğin için teşekkür ederim.
Eren Ali Gül: Ben teşekkür ederim, meslektaşın olarak başarılar diliyorum.
Kaynak: Yazılog